28 Şubat 2007 Çarşamba

Herkese güven, sonra da kartları kes

Aklımın kenarlarına takılıp düştüğüm, bilincime kök söktürdüğüm, ve aslında kendime haksızlık ettiğimi anladığım zamanlar bunlar… Şunu da tasdikledim: ruhun yorgunluğunun olduğu yerde fiziksel yorgunluklar epey hafif kalmakta

İd’m ile super ego’m güreşmeye başlasa bir anda kavgaya başlarlar bana kalırsa. “Yeter artık senin isteklerin, hayvan mısın nesin” der super ego; ama id de altta kalmaz: “Senin yüzündendir insanlardaki mutsuzluklar, bana karışamazsın budala, bana ne herkesten, beni mi gözüne kestirdin” Ego da uzaktan izler kavgayı. “Aman yapmayın etmeyin” gibisinden bişeyler mırıldanır ama, epey basiretsiz; kavgayı ayıracağına izler gibi sanki… İd kendine çok güvenir: “Ancak zırhımı çizersin sen, ben ölmem ki, yok olmam ki”

İnsanlara aşırı güveniyorum, bazen gözü kapalı inanıyorum saf köylüler gibi (saf köylü kaldı mı yaa) Tamam güvenmek güzel şey (belki de tehlikeli) ama güvenim boşa çıktığında, ne bileyim, yalan- dolan ekürisi işin içine girince soğuk terler döküyorum. Gözüm kapalı inandığım, güvendiğim, değer verdiğim o tüm insanlar –her kim olursa olsun- benim gözümde alçalıyor, kalbimdeki yerleri de 3-5 kademe düşüyor, soğuk memleketlere tayinleri çıkıyor bir anda. 6 . mı 30. his mi dersiniz artık, yalan söylendiğinde bunu hemen anlıyorum. Sanki sadece benim bildiğim bir tarifi var, hemen anlıyorum. Boğazımda bazı şeyler düğümleniyor, o insan çok değer verdiğim biriyse kendimi öyle kötü hissediyorum ki. Bu, benim kalbimin ısındığı yerlere kovalarca soğuk su dökmek gibi bir şey. Yavaştan uzaklaşıyorum o mahalden…

Dürüst olmayan insanlara karşı tepki vermemek gibi bir lüksüm olmadığına inanıyorum.. Benim de kırmızı çizgilerim var, yapmacıklık, yalan, ve beni küçük düşürmeye çalışanlara karşı pekala Ayşe’yi tatile çıkarmakta tereddüt göstermem. Güvenmek gitgide zorlaşacaksa hayatta, ben de nesli tükenen böyle insanları başımın tacı yapmalıyım; güvenmek istiyorum, hem de çok…

Aman çok serzenişte bulundum di mi, bugün labda çok gümüş boya soludum ondandır…

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için,sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için...

William Shakespeare

18 Şubat 2007 Pazar

Kedidir kedi...


Gecenin 11 buçuğu otobüs dolmuş veya beni eve bırakacak herhangi bir taşıtı beklerken bir çiftin eril kişisinden duyduğum şoke eden tespit:

k-çok başıboş köpekler var ya burda hayatım..
e- evet bitanem ya, ama eve bi tane almak lazım çok sevimliler; hani vardı bi tane köpek türü, bi gözü mavi bi gözü kahverengi; beyaz...

16 Şubat 2007 Cuma

Birler ve sıfırlar...

Üniversitenin birinde hocanın biri derse girmiş. Onun derse girişini takmayan öğrenciler bağırış çığırış ve uğultuya devam ederlerken hoca tahtaya kocaman bir 1 rakamı çizmiş. "Bakın" demiş "Bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey." Sonra 1'in yanına bir 0 koymuş.uyor: "Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik 1'i 10 yapar". Bir 0 daha koymuş. "Bu, tecrübedir. 10 iken 100 olursunuz". Sıfırları böyle uzatmış: Yetenek, disiplin, sevgi... Eklenen her yeni 0'ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini söylemiş en sonunda. Sonra eline silgiyi alıp en baştaki 1'i silmiş. Geriye bir sürü sıfır kalmış. Hoca sert bir ifadeyle: "Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir" diye bağırdığında sınıfta çıt çıkmıyormuş...

drama

at 17 I went to prison for murder
by 19 i was penniless and heart broken
i almost drowned at 20
my mind started to go at 24
then i had my memory erased at 28 , and by 29 ..... I was in neverland

2007'de de hepimiz Oscar'ı almanı bekliyoruz, hakettin çünkü...

15 Şubat 2007 Perşembe

Blog: Bu aralar beni çok ihmal ettin sen!
Berkin: Farkındayım…
Blog: Bana yeni şeyler yazsana, ilk başladığında ne kadar hevesliydin
Berkin: Yaa, işte dersler falan… Bu haftam özellikle çok yoğundu
Blog: Bana bahaneler uydurma ya, benden daha önemli ne olabilir?
Berkin: Bak anlamıyorsun, bu hafta 1 lab, 1 proje, 3 quiz, bir de patlayan ödev vardı, istikbalim benim bu yaa…
Blog: Ben anlamam, bundan sonra yazacaksan adam gibi yaz
Berkin: Peki peki, yeter ki sen küsme

11 Şubat 2007 Pazar

Şizofren

Geçen yazın yaptığım ilk monolog çalışmalarından biri, buraya da yazmasaydım içimde kalırdı gerçekten…
--------------
İnsanlardan; onların belki de ikiyüzlülüklerinden, saflığı ve içtenliği unutmalarından hatta yanlış anlamalarından, büsbütün başka, duyarsız, kaba ve ahlaksız hale gelmelerinden dolayı; onların tavırlarına ve beğenilerine göre yaşamayı, dolayısıyla onlara her zaman uyabilen esnek bir oyuncu olmayı reddeden ve kendi bağımsızlığını ilan etmeye çalışan, bunun da bedelini aklını kaçırarak ödeyen şu anda bir akıl hastanesinde, uzun yıllardır çektiği şizofreniden dolayı iyice insanlardan kopmuş; onlardan nefret eder hale gelmiş, epey zeki bir delinin Tanrı sandığı, içindeki sesle konuşması nasıl olurdu acaba? Kanımca, bir şizofrenin Tanrı sandığı kendisiyle konuşması kendi kendine satranç oynayan bir insana benzerdi…


Şizofren: Başlangıcımı anımsayamıyorum, açıkçası artık geleceğimi de pek kestiremiyorum. Bu andan sonra yapabileceğim tek şey ikisinin arasında yalpalamak. Ne yapacağım ben! Tanrım, keşke benimle konuşabilsen… Sana inanıyorum, hiç ihanet etmedim. Ama niye bu kadar acı çekiyorum hep iyi olmama, hiç kötü düşünmememe rağmen? Beni burada tutuyorlar. Zarar verebilirmişim onlara. Onlara! Asıl onlar bana zarar verdi, veriyor, verecek. İyi ki izole edildim diye düşünmekten başka tesellim yok. Sana o kadar ihtiyacım var ki… Niye kaybediyorum sevdiklerimi ve artık çekiyorum hiç ara vermeden bu kadar acıyı…

Tanrı: Acılardan kaçarsan mutlulukları da yaşayamazsın; kazanmanın yolu bazen kaybetmekten geçer.

Şizofren: Kim konuştu!? Orada biri var! Orada işte…. Köşede, yoksa sen…

Tanrı: Senden başka kimsenin göremediği bir rüyayım.

Şizofren: Aklım bana iyice ihanet ediyor artık, beni mi sınıyorsun? Bu bir sınav mı?

Tanrı: Ne değil ki
Şizofren: Tanrım bana ne oldu böyle, Yakıcı duygularımla yaşlandım; sevdiklerimle yıprandım… hem de çok.

Tanrı: Suçlu aslında kim biliyor musun?

Şizofren: Lütfen merakta bırakma beni

Tanrı: Öncelikle sen; sonra da iyi niyetlilere önce saf, sonra da aptal adını verip başkalarından yedikleri ilk kazıkta, “dünyada iyilik ve iyi insanlar kalmamış” diyen, deme cesaretini gösterenler…

Şizofren: Ben nasıl suçlu olabilirim ki?

Tanrı: Kendine sor bunu.

Şizofren: Bazılarına diğerlerinden daha çok dayanma gücü veriyorsun; ama niye onlara diğerlerinden daha fazla acı ve mutsuzluğu da bindiriyorsun?

Tanrı: Neden bu kadar karamsar yarattım ki seni! İnanç, kendine güven, sabır… Tamam, bunlar oldukça önemlidir; ama harekete geçmek için cesaretin yoksa amaçların uğruna, başarısız olunca da o değerlere inancını yitirmen ne derece doğru?

Şizofren: Aklımı okuma! Konuyu nereye getireceğini anladım. Benim suçum değildi…

Tanrı: Şimdi de yalancılığa mı başladın?

Şizofren: O’nun suçuydu. “Veee, sonsuza dek mutlu yaşadılar!” Ne biçim bir yalan bu. Artık inanmıyorum bu masal klişelerine.

Tanrı: İnanmak isteseydin, “Seni Seviyorum” demek için geç kalmaman yeterli olacaktı. Geç kalan sözler her zaman tılsımını kaybeder.

Şizofren: Denedim, ama hep aksilikler çıktı. Hem, isteseydin O’nu bana âşık edebilirdin, ama yapmadın; o mutluluğu bile bana çok gördün.

Tanrı: O’nun seni tanımasına izin vermeyerek, O’na özünü göstermeyerek ve her gün türlü türlü maske takarak O’na hem haksızlık yaptın, hem de O’nu kaybettin.

Şizofren: Dileseydin bunların hiçbiri olmazdı.

Tanrı: Ben diledim, ama sen…

Şizofren: Nasıl diledin?! İnanmıyorum sana

Tanrı: Anlaşıldı, bak bir hikâye vardır. Aynen şöyle:

“ Kasabanın birinde bana çok inanan bir imam vardı. Benim onu hep koruduğuma inanırdı ve zaten öyleydi. Ama bir gün o köyü sel bastı. Sular gitgide yükseliyordu. İmam, camiden çıkmak istemedi. Belki de sığınacak son sığınağıydı. Devamlı ‘Allah beni kurtaracak ’ diyordu. Sular yükseldi ve insanlar onu botlarla almaya geldi. İmam ‘Beni Allah kurtaracak’ dedi yine. Sular iyice yükselince, bu sefer de gemiyle geldiler. İmam yine ‘Beni Allah kurtaracak’ dedi. Sonra da beklerken boğuldu gitti. Yanıma gelince de bana onu niye kurtarmadığımı sordu. Ben de ona, onun için bot ve gemi yolladığımı söyledim. “

Şizofren: Ha ha haa! Çok komik. Ben çabaladım ve hep O’nu düşündüm. Onunla olmayı çok istedim. Onunla birlikte yapacağım, paylaşacağım şeyleri hayal ettim hep

Tanrı: Evet, gerçekten de sadece “istedin” ve “hayal ettin”.

Şizofren: Ama…

Tanrı: Bak, yine bir gün piyangoyu çok kazanmak isteyen biri vardı. Devamlı bunun hayalini kurardı, kazanınca yapacağı şeylerin de listesini yapmakta pek bir yetenekliydi. Ama, ne yazık ki hiç kazanamadan öldü.

Şizofren: Al işte aynı ben, niye yardım etmedin?

Tanrı: Doğru, aynı sen; Yanıma gelip de niye hiç kazanamadığını sordu, ben de ona bir soru sordum: “Peki, sen niye hiç bilet alıp şansını denemedin?”

Şizofren: Beni devamlı eziyorsun. Tesadüfler hep benim aleyhime…

Tanrı: Tesadüfler hayatını ne kadar çok etkilerse, kadere de o kadar çok inan. Tesadüfle kader arasında hep ince bir çizgi vardır.

Şizofren: İyi

Tanrı: Çok laubalisin.

Şizofren: Başka türlü tadı çıkmıyor hayatın. Doğaçlama yaşamalı hayatı… Hem konuyu nerden nereye getirdik.

Tanrı: Devam et o zaman

Şizofren: Neden hep kötüler çok mutlu? Neden artık iyiler fazla kazanamıyor? Niye enayi yerine konmaya başladılar? Çıldıracağım artık!

Tanrı: Benim varlığıma inan ve hep iyi ol; doğruları yaşa. Ayıplanmaya değil, övülmeye layık ol. Mutlaka kazanırsın. Hem, umut etmek…

Şizofren: İşkencenin süresini arttırır değil mi? Niye hep Nietzsche haklı çıkıyor…

Tanrı: Tamam işte, size bir Nietzsche gönderdim, defolu bir peygamber yaptınız onu. Hem Shakespeare’i gönderdim, onunla ruhunuzdaki boşluğu niye doldurmadınız? Bu da mı benim suçum? Ne kadar nankör insanoğlu ve ne kadar da başarılı büyük değerleri yozlaştırmada.

Şizofren: Tamam, iyiler de kazanıyor; ama çok uzun bir emek ve sıkıntıdan sonra ağzıma çalınan sadece bir parmak bal sadece. Kısa süreli mutluluklar, sonra da yine sıkıntılar ve mutsuzluklar. Neden kötüler zahmet etmeden mutlu?

Tanrı: Görünüşe aldanmamalısın

Şizofren: Aldanmak istiyorum.

Tanrı: O yüzden bu haldesin. Ben onlara kötüyü, kötüleri verdim ki iyiliğin değerini anlasınlar. Ama onlar ne yaptı. Kötüyü yaşadıkça ona bağlandılar. Bu da mı benim suçum? Ben onlara irade verdim; onları pilli bebekler gibi kurmadım.

Şizofren: …

Tanrı: Onlara sevgi verdim ama cam fanuslara koydular. Sevgileri de ölüp gitti. Sonra da şeytanlarıyla yarıştılar.

Şizofren: Hep iyi oldum ben, saf iyi…

Tanrı: Sana bir tavsiye: Hayatta aşrı uçlarla başa çıkmak zordur, yıpratıcıdır onlar. Hayat, sadece siyah ve beyazdan ibaret değil; gri de vardır…

Şizofren: Ne bu şimdi? Bana tokat atana diğer yanağımı uzatmayayım mı yani?

Tanrı: Ne diğer yanağını uzat, ne de sen de tokatlamaya çalış. Sadece kolundan tutup engelle. Bunu yapabilirsin değil mi?

Şizofren: Sanırım… Ama korkuyorum böyle yapmaya, ya başarısız olursam?...

Tanrı: Denemeden başarısız olacağını da nereden çıkardın? Bak bir psikanalist ne diyor:

“Korku, nesnesi gelecek olan ama kuşkusuz ancak geçmişten türetilebilecek bilginin yarattığı zihinsel bir durumdur. Korku hallerinde bilinen veya sezilen gelecek, geçmişin olasılıklar repertuarıdır. Korkunun öznesi geçmişteki gelecektir. Korktuğumuzda, “bilmek” dereyi görmeden paçayı sıvamaya dönüşür, adeta gelecek şimdiden olup bitmiştir. [… ] Kısaca, aslında önemli olan sonuç değil süreç; ölüm değil yaşam olmalıdır. ”

Şizofren: Tamam, çok iyi anladım da niye psikanalistin sesiyle konuştun? Hem bunlar fason düşünceler aslında. Tamamı sana ait; sadece o adam bir aracı değil mi?

Tanrı: Bundan ne çıkar ki, sen anlaman gereken kısmı anla.

Şizofren: Yani diyorsun ki “Korku öfkeye, öfke nefrete, nefret ıstıraba, ıstırap da karanlık tarafa götürür.” Anakin’e de böyle olmuştu, biliyorum.

Tanrı: Yine gerçeklerden kopmaya başladı. Tamam, öyle diyelim. Fazla üzerine gitmeyeyim, durumun belli zaten.

Şizofren: Ben halimden memnunum

Tanrı: Peki.

Şizofren: İyi de ben seçimimi nasıl belirleyeceğim? İyi mi olsam bundan böyle kötü mü? Çok kararsızım bu aralar.

Tanrı: Bir Fransız eşek hikâyesi vardır…

Şizofren: Yine miii!

Tanrı: Yolunu kaybeden bir eşek, aynı anda hem acıktığını hem de susadığını hisseder. Ne yapacağını düşünürken önünde birden bir yemek kovası ve bir tas su belirir. Eşek çok sevinir; ama önce hangisinden başlayacağını bilemediği için susuzluk ve açlıktan ölüverir.

Şizofren: Teessüf ederim, beni eşeğe mi benzettin.

Tanrı: Gerçekler sırt sıvazlamaz, sen iyi veya kötü olmayı bırak da önce kendin ol. Herkes olmakla hiç kimse olmamak aynıdır. Bunu unutma! Ama bil ki en iyinin yozlaşmasından daha tehlikeli hiçbir şey de yoktur.

Şizofren: Son söylediğin cümle kimindi? Yine sesin değişti de.

Tanrı: O kadar da önemli değil bu durumda.

Şizofren: Seninle bir şeyi paylaşmak istiyorum.

Tanrı: Tabii ki.

Şizofren: Anladım ki artık, sevdiklerimden nefret eder hale gelebildiğim için yalnızım ben ve çok düşündüğüm için onları. Sanırım, içine girdiğim oyunların sonucunu önceden bildiğim için isteksizim ben bu kadar. Sağ olsun, diğerleri de farklı olduğumu hissettirmedikleri için aşağıyım onlardan…

Tanrı: Farklı olduğunu yaşattırmalısın insanlara, yoksa yeteneklerini, özünü ve farkını nasıl anlayabilirler ki?

Şizofren: … Ve o kurallarla oynayamayacağımı bildiğim için hep kaybediyorum…

Tanrı: Kuralları değiştirebilmek için hiç kimsede olmayacak kadar büyük bir cesaret lazım. Talih cesurdan yanadır hep.

Şizofren: … Yaşadıklarım, beni her an için diğerlerinden farklı olmaya itiyor ve onlar gibi olmadığımı, olamayacağımı anlıyorum. İçinde bulunduğum her olağanüstü olay, karşılaştığım her umulmadık sonuç, beni diğerlerinden uzaklaştırmaya yetiyor.

Tanrı: Senin gibilerin kaderi bu. Keşke kaderini sevebilseydin.

Şizofren: … Evet yalnızım. Ama beni anlayan kimse olmadığına inandığım için yalnızlığım ve onu benimle paylaşacak olanları bulamadığım için yalnızım ben.

Tanrı: Ve yanlışsın bu yüzden. İnanmıyorsun, belki de korkuyorsun inanmaya. İnanç soğuğu ısıtır, neden bunu anlamıyorsun?

Şizofren: Bilmiyorum, anlayamıyorum…

Tanrı: Dünyayı hayallerin için yaşayamadığın için korkak, en ufak hayal kırıklığında değerlere kusur bulduğun için inançsız ve suçu hep başkalarına attığın için yalnızsın.

Şizofren: En güzel rüyaları da, en korkunç kabusları da aynı anda yaşamaya meyilliyim….

Tanrı: Çünkü sen şizofrensin.

Şizofren: Peki kafamın içinde konuşan kim? Ben miyim? Tamam, kabul ediyorum, ben bir şizofrenim ama delilik de bir sanattır.


“Büyük zekalarda delilik gözden uzak tutmaya gelmez”
William Shakespeare, Hamlet 3.Perde -2.Sahne


*Not: Korkuyla ilgili yerinde saptama psikanalist Adam Philips’in bir çalışmasından aynen alınmıştır.

26.07.2006

7 Şubat 2007 Çarşamba

Murphy ...

Murphy gerçekten de iyi bir adam, kafa adam, açıksözlü bir kişilik; işte ondan derlemelerim:

Herkese güven, sonra da kartları kes

Bir kişinin fikirlerini çalmaya sahtekarlık, bir çok kişininkini çalmaya araştırma derler

İstisnalar daima kaidelerden fazladır

Hayat geriye doğru anlaşılabilir; ancak ileri doğru yaşanır

Dünyadaki nüfus sürekli artar ama toplam zeka sabit kalir.

İşler iyiye gitmeden önce kötü gider... İşlerin iyiye gidebileceğini kim söyledi?

Pipo, akıllı bir adama düşünmek için süre tanır; fakat akılsız için ağzına sokuşturacağı bir şeyden ibarettir.

Bir tartışmada şüpheye düşerseniz mırıldanın, başınız derde girerse tartışmaya başkanlık edin.

Ağır ağır ilerleyen birini geçmek mümkün değildir

Zorlamayın, daha büyük bir çekiç getirin

Eldeki bir kuş, tepenizdeki bir kuştan daha güvenlidir

Her çözüm yeni sorunlar doğurur

İşler çıkmaza girerse herkes kaçar

Bir hata ikinci kez yapılmaz. İkinci kez yapıyorsanız üçüncü kez de yapacaksınız demektir.

Bir çocuk yetmez; ama iki çocuk da gereğinden fazladır.

Sigara dumanı içmeyene doğru ilerler.

Bir berbere asla “traş olmam gerekiyor mu”, satıcıya ise “fiyatlarınız nasıl” diye sormayın

Anlamıyorsanız çok açıktır.

Profesyonellerin ne yapacağı kestirilebilir; ama dünya amatörlerle doludur

İhtiyacı olanlara yardım edin, onlar sizi hatırlar; tekrar ihtiyaçları olunca.

Asla yorgun veya dinlenen bir kadınla kavga etmeyin.

Kendi işini başkasına yaptıranlar için hiçbir iş imkansız değildir.

Özür dilemek, izin almaktan daha kolaydır.

Düşünmekten bıkılınca varılan yere sonuç derler

Tecrübe ona ihtiyacınız geçtikten sonra edinilir

Sıcak tencere ve soğuk tencere aynı görünür.

Herkes sinirlerini kaybetmişken sakinliğinizi koruyorsanız belki de durumu anlamıyorsunuz.

Bütün cansız cisimler sadece ayaklarınıza dolaşmaya yetecek kadar hareket eder

Ne kadar geride kalırsanız, yetişmek için o kadar çok vaktiniz olur.

Harika esprileriniz hiç hatırlanmaz, aptalca sözleriniz ise hiç unutulmaz.

Murphy kanunları Ohm kanunundan daha geçerlidir.

Herkesi memnun etmeye çalışırsanız, kimse bundan hoşlanmaz

Toplantı, gündemin tartışıldığı ve saatlerin boşa harcandığı bir faaliyettir.

Sizi izleyenlerin sayısı yaptığınız işin saçmalığı ile doğru orantılıdır.

Kolay yol her zaman mayınlanmıştır

İyilik cezasız kalmaz.

Favorim; Murphy savaş yasalarından bazıları:
-geri tepmesiz tüfekler geri teperler.
-asla unutma ki silahın en düşük fiyat veren firma tarafından yapılmıştır.
-eğer hücumun iyi gidiyorsa, pusuya düşmüşsündür.
-bütün beş saniyelik el bombası fünyeleri üç saniyeliktir.
-kolay yol her zaman mayınlanmıştır.
-üstüne gelen ateşin geçiş önceliği vardır.
-eğer düşman dışında her şey azalıyorsa savaştasınız demektir.
-eğer düşman menzil içinde ise sende öylesindir.
-bir şeye aşırı ve çaresiz bir şekilde ihtiyacın olduğu anda telsizler çalışmayacaktır.
-bir el bombasının tesirli yarıçapı her zaman senin sıçrayabileceğin mesafeden bir ayak boyu daha fazladır.
-süngü kanunu der ki; mermisi olan kazanır.
-eğer düşmanı göremiyorsan o seni hala görüyor olabilir.

6 Şubat 2007 Salı

Hayat


Hayat…

Kuralları sığ bir oyundu önceleri
Çok sisli bir denizdi şimdiye kadar
Ve dayatması gibiydi O’na kural koyanların

Neyi neden yaptığını bilmeden
Pişmanlığı öğrenemeden
Hissettin içinde onu

Anlam veremediğin işler yaptın
Oldun herkes, istemeden aslında
“Ama suç onlarda…”
Sakın avutma kendini bununla
Sağırlaşmışsın sanki duyamayacak kadar kendini
Bu sessizlikte…
Bu sensizlikte…
Bu oyunlarda…
Bu kumarda…
Bu hileli zarlarla…

Sonra sen…
Birdenbire
Çıkardın kendini kınından,
Sıkılmıştık çünkü bizi sıkan bu oyundan.

28.10.2006

5 Şubat 2007 Pazartesi

Nietzsche

schön ists, miteinander schweigen
schöner, miteinander lachen...

güzeldir karşılıklı susmak
daha güzeli de gülüşmek

- insanca, pek insanca'dan -

1 Şubat 2007 Perşembe

At last...



İlkler özeldir. Bilkentin ilk öğrenci dergisi "Bilkent Koza" bugün sabah 4000 adet kardeşiyle saat 10:20 sıralarında Bilkentte salınmaya başlandı. Kaan'la 11:40 Kıraç vardiyasında hem eğlendik hem de dağıtım rekoru kırdık, FEASS da ise işler kesattı, fazla dağıtım yapamadık, benim karizmam sayesinde 5-10 tane sadece. Yarın bcc standına tayinimi isteyecem :)) Kıraç standında hoş enstantaneler oldu, mesela...

Ben standda otururkene yanıma gelen kız, dergilere baktı baktı, sonra:

- "Alabiler miyim" dedi, bozuntuya da vermedi, 5 dakika güldüm, hoş bi vurguydu

Ücretsiz arkadaşlar, alın okuyun. İçinde 9 aylık bir çabanın ürünleri var...