30 Mayıs 2008 Cuma

odd and ends

“Bütün ölümsüz duygular sadece bir benzetmedir ve şairler çok yalan söyler”
-Friedrich Nietzsche-

Hayatlarımızı rahatsızlık duymadan ve boşluk hissi yaşamadan sürdürebilmemiz için çeşitli amaçlar taşırız veya taşımak durumunda bırakılırız. Normal insanların hayatlarından bahsediyorum tabii ki..
Sakin kafayla bir düşünün, hayatımızda boşluk hissine kapıldığımız ilk zamanlar(tabii o yaşlarda bu hisse anlama veremiyor olabiliriz) okul öncesi ve kendimizi anımsadığımız döneme denk geliyor bence. Oynamakla, beslenmek ve korunup kollanmakla geçen bir dönemden kendi hayatımızı sorgulamaya başlamadan birden okula başlıyoruz. İlk amacımız ve boşuk giderenimiz de bu okul konsepti oluyor.. neredeyse 20’li yaşların ortalarına kadar –başka hiç bir amacımız olmasa bile- dersleri geçmek ve bize verilen emekleri geri döndürme amacıyla yaşamaya başlıyoruz. Mezuniyetten sonra –veya önce- bir hayat arkadaşı bulup evlenip yuva kuruyor (dikkat ederseniz kariyer amacına girmedim zira evlilik ve akabinindeki amaçların yanında bana sönük ve depresif hatta yıpratıcı bir amaç olarak geliyor )
Yuvasını kuran insanın çocukları da olunca ana amacı olan bu “çocuklara gelecek kurmak” motivasyonu da daha önce belirttiğim zayıf amaç kariyerin “şekillendirici amacı” oluyor. Peki çocukları olamayan insanların amacı ne olabilir? Ya kariyerlerini ana amaç haline getiriyorlar ki bana göre mutsuzluklarının ateşine ara ara odun atmakla eşdeğer bir olay. Veya ana amaçları bir çocuk sahibi olmak oluyor ve bunun için kaynaklarını seferer ediyorlar.
Çocuklara gelecek vermekle geçen bir ömrün ardından, kariyerlerinin de sonuna gelen insanlar, artık ömürlerinin de sonuna geliyorlar ki, bu oldukça mantıklı bana kalırsa. Zira kalan ömürlerinin azlığı uzun süreli bir amaçsızlığa ve boşluğa girmek için fazla bile..
Hayatımızı şekillendiren de, çekilmez kılan da bu amaçlarımız. Bizi yönetiyorlar, içimize işleyip gerçekte ne olduğumuzu, en büyük korkularımızı, en saklanmış açığa çıkmaz denilen gizlerimizi su yüzüne çıkarıyorlar. Amaçlarımız olmadan bir hiçiz. Durgun bir derede, yazın öğle sıcağında sürüklenen bir odun parçasından farksızız. Nereye gittiğimizden bile habersiziz ve zaten önemi de yok amaçsız.
Bunu bilmemkaçıncı finalime çalışırken, gecenin en köpek ulumasına karışan zamanında düşünüyordum. Pencereyi açmıştım içeri biraz “ses girsin” diye sanırım.. Yanımda olan, bana destek olan sahip olduğum tek şey ailemdi. Zaten abimle kalıyorum genelde ve annem ve babam da 2 hafta kadar önce gelmişti. Nefes almakta zorluk çekmeye başlamıştım ara ara. Aşırı baskı ve stres altında olduğum durumlarda olur bu aslında sadece. Geçen bir buçuk hafta projelerin, ödevlerin ve sınavların çok ama çok yorucu bir kombinasyonuyla mücadele ettim. İşte o zamanda yanımda olan tek varlığın ailemin üyeleri olmasından dolayı burkuldu içim biraz aslında. Beni sevdiğinden emin olduğum (beni seven demiyorum, beni ben olduğum için seven-) benim de sevdiğim (çıktığım veya türevi bayağı ilişkilerden bahsetmiyorum, aşkın hissizleştirlimiş olmayan versiyonunu kestediyorum ki açıklayacağım ne olduğunu) bir insanın yokluğunu hiç bu kadar çok hissetmemiştim. Aslında beni arayan biri vardı ancak içimden onu geri aramak hiç gelmedi. Zira içinde aşk veya şöyle söyleleyim çift taraflı aşk yoktu.

Finallerimden sonra da kısa süreli amaçsızlığa düşmenin yaşattığı boşluk hissimin ikinci gününde, biraz kendime güvenim gelince aklımdam geçenlerin doğruluk payı beni ürpertti inceden inceye. Şimdi ben Türkiye’nin en iyi okullarından birinin mühendislik fakültesinden mezun olacağım ilerde ve iyi bir maaşla çalışma ihtimalim de oldukça yüksek olacak. Bu da hatırı sayılır bir para ve sempati uyandıracak bir mevki demek olacak. Bunula birlikte ailemin sahip olduğu elverişli maddi durum da beni bir tür cazibe merkezi haline getirebilecek. Kendini beğenmişlik diyebilirsiniz buna açıkçası umrumda olan bir şey de olmaz bu düşünceniz; çünkü kendimi beğendiğim ve kesinlikle tevazu gösteremeyeceğim konuları maddi olanlarda seçen biri değilim.
Konudan konuya atlıyorum ve aslında bu da hoşuma gidiyor.. Nerde kalmıştım? Kendimi kadınların gözünde cazibe merkezi haline getirmiştim. Gelin görün ki kadınların gözünde anlattığım türden bir cazibe merkezi haline gelmem benim okuldan sonraki ana amacım için pek de iyi olmayacak. Karşımdaki kızın (kadın demeyelim, yaşlılık belirtiyor değil mi) benimle birlikte olma amacını ve tahmin edebileceğiniz gibi bana olan aşkının kaynağının ne olduğunu asla güvenilir bir şekilde bilemeyeceğim. Galeceğimin parlak olması mı, mesleğimin cazipliği mi, parasal durumum mu, 4 tekerlekli araçlarım mı veya taşınmaz mallarım mı... Çok klasik olacak ama “beni ben olduğum için bana yaklaşan bir insana kalbimi açmam” benim için pek kolay olmayacak. Ena zından benim için. Hiç bir zaman gerçek niyetin aşk olduğundan emin olamayacağım.
Çok mu saldırmış oluyorum karşı cinse? Herkes böyle değil diyebilirsiniz ve inanın size hak verebilirim; ama... İşte o “ama” bu anlattığım duygusuzlaştırılmış aşktan korkumu belirtiyor. Bir taraf sevecek ama karşı taraf bundan asla emin olamayacak. Çok büyük bir tehlike..
Bu yüzden ben bundan sonraki ana amacımın peşinden koşmayı bırakmaya karar verdim. Kendimi ve duygularımı nadasa bırakma yoluna gitmek istiyorum aslında. Her şeyin "farkında" olarak yaşayacağm sanırım. Diyorum ya, birini “o” olduğu sadece “o” olduğu için sevmek daha genç yaşlarda olan bir şey. Sizinle doğup,büyüyen bir şey. Hayatın karşına çıkarmasından öte, ikinizin birbirinizin yolunu kesmesi gibi bir şey. Aynı yere gitmekten öte aynı yerde kalmak istemek gibi bir şey.
Peki ben amaçsızlığımın boşluğuyla nasıl mücadele edebilirim? Korkmayın kariyer yapmam heralde, beni “ben” yapan yeteneklerime yoğunlaşmam kuvvetle muhtemel..