11 Şubat 2007 Pazar

Şizofren

Geçen yazın yaptığım ilk monolog çalışmalarından biri, buraya da yazmasaydım içimde kalırdı gerçekten…
--------------
İnsanlardan; onların belki de ikiyüzlülüklerinden, saflığı ve içtenliği unutmalarından hatta yanlış anlamalarından, büsbütün başka, duyarsız, kaba ve ahlaksız hale gelmelerinden dolayı; onların tavırlarına ve beğenilerine göre yaşamayı, dolayısıyla onlara her zaman uyabilen esnek bir oyuncu olmayı reddeden ve kendi bağımsızlığını ilan etmeye çalışan, bunun da bedelini aklını kaçırarak ödeyen şu anda bir akıl hastanesinde, uzun yıllardır çektiği şizofreniden dolayı iyice insanlardan kopmuş; onlardan nefret eder hale gelmiş, epey zeki bir delinin Tanrı sandığı, içindeki sesle konuşması nasıl olurdu acaba? Kanımca, bir şizofrenin Tanrı sandığı kendisiyle konuşması kendi kendine satranç oynayan bir insana benzerdi…


Şizofren: Başlangıcımı anımsayamıyorum, açıkçası artık geleceğimi de pek kestiremiyorum. Bu andan sonra yapabileceğim tek şey ikisinin arasında yalpalamak. Ne yapacağım ben! Tanrım, keşke benimle konuşabilsen… Sana inanıyorum, hiç ihanet etmedim. Ama niye bu kadar acı çekiyorum hep iyi olmama, hiç kötü düşünmememe rağmen? Beni burada tutuyorlar. Zarar verebilirmişim onlara. Onlara! Asıl onlar bana zarar verdi, veriyor, verecek. İyi ki izole edildim diye düşünmekten başka tesellim yok. Sana o kadar ihtiyacım var ki… Niye kaybediyorum sevdiklerimi ve artık çekiyorum hiç ara vermeden bu kadar acıyı…

Tanrı: Acılardan kaçarsan mutlulukları da yaşayamazsın; kazanmanın yolu bazen kaybetmekten geçer.

Şizofren: Kim konuştu!? Orada biri var! Orada işte…. Köşede, yoksa sen…

Tanrı: Senden başka kimsenin göremediği bir rüyayım.

Şizofren: Aklım bana iyice ihanet ediyor artık, beni mi sınıyorsun? Bu bir sınav mı?

Tanrı: Ne değil ki
Şizofren: Tanrım bana ne oldu böyle, Yakıcı duygularımla yaşlandım; sevdiklerimle yıprandım… hem de çok.

Tanrı: Suçlu aslında kim biliyor musun?

Şizofren: Lütfen merakta bırakma beni

Tanrı: Öncelikle sen; sonra da iyi niyetlilere önce saf, sonra da aptal adını verip başkalarından yedikleri ilk kazıkta, “dünyada iyilik ve iyi insanlar kalmamış” diyen, deme cesaretini gösterenler…

Şizofren: Ben nasıl suçlu olabilirim ki?

Tanrı: Kendine sor bunu.

Şizofren: Bazılarına diğerlerinden daha çok dayanma gücü veriyorsun; ama niye onlara diğerlerinden daha fazla acı ve mutsuzluğu da bindiriyorsun?

Tanrı: Neden bu kadar karamsar yarattım ki seni! İnanç, kendine güven, sabır… Tamam, bunlar oldukça önemlidir; ama harekete geçmek için cesaretin yoksa amaçların uğruna, başarısız olunca da o değerlere inancını yitirmen ne derece doğru?

Şizofren: Aklımı okuma! Konuyu nereye getireceğini anladım. Benim suçum değildi…

Tanrı: Şimdi de yalancılığa mı başladın?

Şizofren: O’nun suçuydu. “Veee, sonsuza dek mutlu yaşadılar!” Ne biçim bir yalan bu. Artık inanmıyorum bu masal klişelerine.

Tanrı: İnanmak isteseydin, “Seni Seviyorum” demek için geç kalmaman yeterli olacaktı. Geç kalan sözler her zaman tılsımını kaybeder.

Şizofren: Denedim, ama hep aksilikler çıktı. Hem, isteseydin O’nu bana âşık edebilirdin, ama yapmadın; o mutluluğu bile bana çok gördün.

Tanrı: O’nun seni tanımasına izin vermeyerek, O’na özünü göstermeyerek ve her gün türlü türlü maske takarak O’na hem haksızlık yaptın, hem de O’nu kaybettin.

Şizofren: Dileseydin bunların hiçbiri olmazdı.

Tanrı: Ben diledim, ama sen…

Şizofren: Nasıl diledin?! İnanmıyorum sana

Tanrı: Anlaşıldı, bak bir hikâye vardır. Aynen şöyle:

“ Kasabanın birinde bana çok inanan bir imam vardı. Benim onu hep koruduğuma inanırdı ve zaten öyleydi. Ama bir gün o köyü sel bastı. Sular gitgide yükseliyordu. İmam, camiden çıkmak istemedi. Belki de sığınacak son sığınağıydı. Devamlı ‘Allah beni kurtaracak ’ diyordu. Sular yükseldi ve insanlar onu botlarla almaya geldi. İmam ‘Beni Allah kurtaracak’ dedi yine. Sular iyice yükselince, bu sefer de gemiyle geldiler. İmam yine ‘Beni Allah kurtaracak’ dedi. Sonra da beklerken boğuldu gitti. Yanıma gelince de bana onu niye kurtarmadığımı sordu. Ben de ona, onun için bot ve gemi yolladığımı söyledim. “

Şizofren: Ha ha haa! Çok komik. Ben çabaladım ve hep O’nu düşündüm. Onunla olmayı çok istedim. Onunla birlikte yapacağım, paylaşacağım şeyleri hayal ettim hep

Tanrı: Evet, gerçekten de sadece “istedin” ve “hayal ettin”.

Şizofren: Ama…

Tanrı: Bak, yine bir gün piyangoyu çok kazanmak isteyen biri vardı. Devamlı bunun hayalini kurardı, kazanınca yapacağı şeylerin de listesini yapmakta pek bir yetenekliydi. Ama, ne yazık ki hiç kazanamadan öldü.

Şizofren: Al işte aynı ben, niye yardım etmedin?

Tanrı: Doğru, aynı sen; Yanıma gelip de niye hiç kazanamadığını sordu, ben de ona bir soru sordum: “Peki, sen niye hiç bilet alıp şansını denemedin?”

Şizofren: Beni devamlı eziyorsun. Tesadüfler hep benim aleyhime…

Tanrı: Tesadüfler hayatını ne kadar çok etkilerse, kadere de o kadar çok inan. Tesadüfle kader arasında hep ince bir çizgi vardır.

Şizofren: İyi

Tanrı: Çok laubalisin.

Şizofren: Başka türlü tadı çıkmıyor hayatın. Doğaçlama yaşamalı hayatı… Hem konuyu nerden nereye getirdik.

Tanrı: Devam et o zaman

Şizofren: Neden hep kötüler çok mutlu? Neden artık iyiler fazla kazanamıyor? Niye enayi yerine konmaya başladılar? Çıldıracağım artık!

Tanrı: Benim varlığıma inan ve hep iyi ol; doğruları yaşa. Ayıplanmaya değil, övülmeye layık ol. Mutlaka kazanırsın. Hem, umut etmek…

Şizofren: İşkencenin süresini arttırır değil mi? Niye hep Nietzsche haklı çıkıyor…

Tanrı: Tamam işte, size bir Nietzsche gönderdim, defolu bir peygamber yaptınız onu. Hem Shakespeare’i gönderdim, onunla ruhunuzdaki boşluğu niye doldurmadınız? Bu da mı benim suçum? Ne kadar nankör insanoğlu ve ne kadar da başarılı büyük değerleri yozlaştırmada.

Şizofren: Tamam, iyiler de kazanıyor; ama çok uzun bir emek ve sıkıntıdan sonra ağzıma çalınan sadece bir parmak bal sadece. Kısa süreli mutluluklar, sonra da yine sıkıntılar ve mutsuzluklar. Neden kötüler zahmet etmeden mutlu?

Tanrı: Görünüşe aldanmamalısın

Şizofren: Aldanmak istiyorum.

Tanrı: O yüzden bu haldesin. Ben onlara kötüyü, kötüleri verdim ki iyiliğin değerini anlasınlar. Ama onlar ne yaptı. Kötüyü yaşadıkça ona bağlandılar. Bu da mı benim suçum? Ben onlara irade verdim; onları pilli bebekler gibi kurmadım.

Şizofren: …

Tanrı: Onlara sevgi verdim ama cam fanuslara koydular. Sevgileri de ölüp gitti. Sonra da şeytanlarıyla yarıştılar.

Şizofren: Hep iyi oldum ben, saf iyi…

Tanrı: Sana bir tavsiye: Hayatta aşrı uçlarla başa çıkmak zordur, yıpratıcıdır onlar. Hayat, sadece siyah ve beyazdan ibaret değil; gri de vardır…

Şizofren: Ne bu şimdi? Bana tokat atana diğer yanağımı uzatmayayım mı yani?

Tanrı: Ne diğer yanağını uzat, ne de sen de tokatlamaya çalış. Sadece kolundan tutup engelle. Bunu yapabilirsin değil mi?

Şizofren: Sanırım… Ama korkuyorum böyle yapmaya, ya başarısız olursam?...

Tanrı: Denemeden başarısız olacağını da nereden çıkardın? Bak bir psikanalist ne diyor:

“Korku, nesnesi gelecek olan ama kuşkusuz ancak geçmişten türetilebilecek bilginin yarattığı zihinsel bir durumdur. Korku hallerinde bilinen veya sezilen gelecek, geçmişin olasılıklar repertuarıdır. Korkunun öznesi geçmişteki gelecektir. Korktuğumuzda, “bilmek” dereyi görmeden paçayı sıvamaya dönüşür, adeta gelecek şimdiden olup bitmiştir. [… ] Kısaca, aslında önemli olan sonuç değil süreç; ölüm değil yaşam olmalıdır. ”

Şizofren: Tamam, çok iyi anladım da niye psikanalistin sesiyle konuştun? Hem bunlar fason düşünceler aslında. Tamamı sana ait; sadece o adam bir aracı değil mi?

Tanrı: Bundan ne çıkar ki, sen anlaman gereken kısmı anla.

Şizofren: Yani diyorsun ki “Korku öfkeye, öfke nefrete, nefret ıstıraba, ıstırap da karanlık tarafa götürür.” Anakin’e de böyle olmuştu, biliyorum.

Tanrı: Yine gerçeklerden kopmaya başladı. Tamam, öyle diyelim. Fazla üzerine gitmeyeyim, durumun belli zaten.

Şizofren: Ben halimden memnunum

Tanrı: Peki.

Şizofren: İyi de ben seçimimi nasıl belirleyeceğim? İyi mi olsam bundan böyle kötü mü? Çok kararsızım bu aralar.

Tanrı: Bir Fransız eşek hikâyesi vardır…

Şizofren: Yine miii!

Tanrı: Yolunu kaybeden bir eşek, aynı anda hem acıktığını hem de susadığını hisseder. Ne yapacağını düşünürken önünde birden bir yemek kovası ve bir tas su belirir. Eşek çok sevinir; ama önce hangisinden başlayacağını bilemediği için susuzluk ve açlıktan ölüverir.

Şizofren: Teessüf ederim, beni eşeğe mi benzettin.

Tanrı: Gerçekler sırt sıvazlamaz, sen iyi veya kötü olmayı bırak da önce kendin ol. Herkes olmakla hiç kimse olmamak aynıdır. Bunu unutma! Ama bil ki en iyinin yozlaşmasından daha tehlikeli hiçbir şey de yoktur.

Şizofren: Son söylediğin cümle kimindi? Yine sesin değişti de.

Tanrı: O kadar da önemli değil bu durumda.

Şizofren: Seninle bir şeyi paylaşmak istiyorum.

Tanrı: Tabii ki.

Şizofren: Anladım ki artık, sevdiklerimden nefret eder hale gelebildiğim için yalnızım ben ve çok düşündüğüm için onları. Sanırım, içine girdiğim oyunların sonucunu önceden bildiğim için isteksizim ben bu kadar. Sağ olsun, diğerleri de farklı olduğumu hissettirmedikleri için aşağıyım onlardan…

Tanrı: Farklı olduğunu yaşattırmalısın insanlara, yoksa yeteneklerini, özünü ve farkını nasıl anlayabilirler ki?

Şizofren: … Ve o kurallarla oynayamayacağımı bildiğim için hep kaybediyorum…

Tanrı: Kuralları değiştirebilmek için hiç kimsede olmayacak kadar büyük bir cesaret lazım. Talih cesurdan yanadır hep.

Şizofren: … Yaşadıklarım, beni her an için diğerlerinden farklı olmaya itiyor ve onlar gibi olmadığımı, olamayacağımı anlıyorum. İçinde bulunduğum her olağanüstü olay, karşılaştığım her umulmadık sonuç, beni diğerlerinden uzaklaştırmaya yetiyor.

Tanrı: Senin gibilerin kaderi bu. Keşke kaderini sevebilseydin.

Şizofren: … Evet yalnızım. Ama beni anlayan kimse olmadığına inandığım için yalnızlığım ve onu benimle paylaşacak olanları bulamadığım için yalnızım ben.

Tanrı: Ve yanlışsın bu yüzden. İnanmıyorsun, belki de korkuyorsun inanmaya. İnanç soğuğu ısıtır, neden bunu anlamıyorsun?

Şizofren: Bilmiyorum, anlayamıyorum…

Tanrı: Dünyayı hayallerin için yaşayamadığın için korkak, en ufak hayal kırıklığında değerlere kusur bulduğun için inançsız ve suçu hep başkalarına attığın için yalnızsın.

Şizofren: En güzel rüyaları da, en korkunç kabusları da aynı anda yaşamaya meyilliyim….

Tanrı: Çünkü sen şizofrensin.

Şizofren: Peki kafamın içinde konuşan kim? Ben miyim? Tamam, kabul ediyorum, ben bir şizofrenim ama delilik de bir sanattır.


“Büyük zekalarda delilik gözden uzak tutmaya gelmez”
William Shakespeare, Hamlet 3.Perde -2.Sahne


*Not: Korkuyla ilgili yerinde saptama psikanalist Adam Philips’in bir çalışmasından aynen alınmıştır.

26.07.2006

Hiç yorum yok: