22 Nisan 2007 Pazar

Gece, sen ve ben

… Sonra yağmur başlayacak gece, sen ve ben ayrı yerlerde gözlerimizi kapayıp birbirimizin rüyalarına girmeyi ümit ederken. O kadar masumsun ki, seni uyandırmaya yetecek yağmurun sesi. Ben ise ancak yağmur dindikten sonra açacağım penceremi. Dışarısı soğuk olacak biraz, bulutlar kapkara ve her yer betonken umudum gibi nerden geldiğini anlayamadığım toprak kokusu dolacak içime… O kadar sessiz olacak ki burası, düşünecek hiçbir şey olmayacak aklımda… Senden başka! Tek bir soru sonra, tek bir soru. Acaba düşünüyor musundur sen de beni? Eğer düşünmüyorsan mutsuz bucaksız kalacak içimdeki sensiz boşluk, avutacağım gözlerimi kapatıp, badem gözlerinle kendimi. Anlamalısın beni.

20.04.2007

20 Nisan 2007 Cuma

bahar

Çocukluğumu geçirdiğim evi çok iyi hatırlıyorum. Lojmanımızın arka balkonundan annemle-babamın işyeri; ön balkonundansa mart başından itibaren bahar görünürdü. Bir tren yolu ve önünde –en azından benim için- uçsuz bucaksız bir orman. Bahar geldiği zaman binlerce papatya ve gelincikle dolardı ki orası baharın geldiğini anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Bir de kaplumbağa gördük mü arkadaşlarımla neşemize diyecek olmazdı. Ağaçlara tırmanıp olmamış incirleri toplardık. Hortum borularını tüfeklere benzetip, tüf-tüf savaşları yapardık. Yün yeleklere yapışan yeşil başakları birbirimize uzaktan atar kaçardık. O zamanlar güneş içimizi de ısıtırdı, neşeli olmak için birçok nedenimiz vardı, sebepli-sebepsiz güldüğümüz anlarımız. Mutlulukla birlikte umut hüküm sürerdi. Ailelerimiz sorunlarını sezdirmezdi ki bize, hem anlayacak aşta değildik zaten biz hayatın yüklerini ve dertlerini. Sorumluluğun mermer soğuğunu. Hayal kırıklığını.

Sanki umudun hala hüküm sürdüğü ama hayal kırıklığının tuzla buz ettiği bir çağdayız artık… İlkbaharın geldiğini anlamak için epey bir çaba harcıyorum kendi adıma. Sonbahar bir türlü yakasını bırakmıyor buranın. Hala 6 yaşında olsam ağlardım “beni geri götürün” diye. Ama büyümek boğazındaki düğümleri istemeye istemeye yutmak, yutabilmek ve dayanılmaz olana dayanmak demekmiş.

Bugün son derste hatırladım bunları bir anda… Hem mutlu oldum hem de buruk. Aynı anda.

6 Nisan 2007 Cuma

Papatyalarla

" Sessiz yürü, O yakında,
Karların altında;
Usulca konuş, O duyabilir,
Açan papatyalarla.. "

-Oscar Wilde-

5 Nisan 2007 Perşembe

5.4.2007

delikanlı:
Zerdüşt, sen doğru sölüyorsun. yükseklere çıkmak istediğimden beri kendime güvenmiyorum. Artık kimse bana güvenmiyor. Bu nasıl oluyor? Ben hızla değişiyorum. Bugünüm dünüme zıt düşüyor. Merdivenleri çıkarken çok defa, bir iki basamak birden atlıyorum. Bunu hiçbir basamak bağışlamıyor. Yukarı çıkınca kendimi her zaman yalnız hissediyorum. Kimse benimle konuşmuyor. Yalnızlığın buzu beni titretiyor. Yükseklerde olmayı neden istiyorum? Benim küçümsemem ve özlemim beraber yürüyor. Yükseklere çıktığım oranda yükselenleri küçümsüyorum. Yüksekte olanların işi ne? Yükselmemden ve sendelememden ne kadar utanıyorum! Solumamla ne kadar alay ediyorum! Uçanlardan ne kadar nefret ediyorum! Yükseklerde ne kadar yorgunum.

Friedrich Nietzsche- Böyle Buyurdu Zerdüşt