8 Haziran 2008 Pazar

Konumuz din olmalı bugün veya daha albenili bir sunuş yapmam gerekirse dinin kapsamı ve etkili olup olamadığı yerlere girelim biraz. İnanç lafını ağzına sakız yapmış olanlardan nefret ederim açıkçası ve şu sıralar her reklamda milli takıma yönelik şişirme inannç temalı reklamları izlemeye bile tahammülüm yok. Neden mi? Çünkü, inanç denen şey tehlikeli bir kelime olmanın ötesinde aşırısı kendine inançsızlığa çıkan bir kavram.. İnsanlar ve toplumlar ne kadar aksini iddia ederlerse etsinler, inanç ları maddiyatla değiş-tokuş edenleriz, hepimiz..
Mesela ilkokuldan beri her din kitabında bok atılan, peygamberimizin kabilesi Kureyş Kabilesi’ni ele alalım. Bu adamları biraz irdeleyeceğim açıkçası ve İslam’ın karşısında durmalarının pek de mantıksız –en azından kendi mantıkları ve dünya görüşleri çerçevesinde- olmadığını iddia edeceğim.


İslam, Hristiyanlık, Musevilik veya çoğu kitapsız din ve öğretinin temelinde ezilmişlere yönelik bir çağrı vardır. Zira kendinden yüce, her şeye gücü yeten ve ezilenlerin, fakirlerin yanında ve haksızlığın karşısında zulme başkaldıran bir tür süper güce, süper kahramana duyulan özlem en sık böyle toplumlardan çıkar. Bu güç ortaya çıkacak ve inancından, bir çeşit yakarma ritüelinden başka çaresi olmayan, başka şeye gücü yetmeyen kişilerin/toplumların kurtarıcı olacaktır. Böylece maddiyat yoksunu kavimler, ezilen insanlar bu her şeye gücü yeten kudrete kendini teslim etmenin ödülünü bu veya öteki dünyada mutlaka alacaktır. İnanmayan, bunda pragmatik bir fayda görmeyen ve ihtiyaç duymayan –ihtiyaç duyduğunu hissetmeyen,eksikliğini yaşamayan- maddiyata doymuş kavimler ise ya cezasını bulacak ya da derin boşluk içinde yaşamaya mahkum kalacaklardır.


Öğrenim hayatımız buyunca bizden çokça küfür yiyen Kureyşlilerin sorunu da tam burada çıkmakta aslında. Bu adamların geleceği Kabe ve burada bulunan putlara tapmaya gelen diğer kavimlerle yapılan inanç-veya inançsızlık da denilebilir- turizmine ve o sırada yapılan ticarete bağlı. Bolluk ve refah içinde yaşamakta, bu sebeple de herhangi bir boşluğu hissetmemekteler. Fakirler umurlarında değil, onları köle olarak alıp satmakta ve kendilerini kendilerin tanrısı konumuna sokmaktalar. İhtiyaçları olan her şeye sahip olmanın verdiği kendine güven ve gururu yaşamaktalar. Ve böyle bir topluma gelen peygamberimize bu haklarından vazgeçmemek adına türlü savaşlar açanlar da onlar.


Peki bu onları ne kadar suçlu yapar? Cahiliye devri safsatasından çok onların bu tavırlarındaki temel sebep sahip oldukşarı güç ve bolluktan vazgeçmek istememeleri. Bakın sunu söylemek istiyorum ki, şu anki gibi o zaman da para en önemli güç kaynağı ve hiç bir boşluğu yaşatamayacak kadar güçlü o zamanlarda da. Dara düşmek ve mağdur olmak gibi bir riski olmayan bu kavim de yakaracak ve çözüm dileyecek bir yüce kudretin ihtiyacını hissetmemiş o ana kadar. Bu olayı o devrin şartlarına ve bununla birlikte günümüze kadar değişmeyen bir olgunun (evet, para-maddiyat) ışığında sakin kafayla irdeleyince kızmamız lanetlememiz gerekenlerin inançsız kavimlerden çok toplumun hepsi olduğuna kanaat getiriyorum ben. Şu anki Arabistan yarımadasının durumuna baktığımızda aşırılıklarıyla ün yapan şeyhlerin hayatlarını okuyup öğrendiğinizde sanırım bu duruma hak vereceksiniz.
Ezilenler o zamanın zenginleri olsalardı bir kurtarıcıya ihtiyaçları olmazdı. Tıpkı günümüzdeki gibi. Allah’ın zenginlikle imtihan etmesinin ne kadar da yerinde bir tutum olduğunu anlayabilirsiniz bu yolla. Korunmaya gözetilmeye ihtiyacı olmayanların, kendilerinin tanrısı olmayı seçenlerin ve sahip olduğu maddi imkanlara aşırı güvenenlerin aklına bir kurtarıcı fikri gelmemiştir. Ancak şartların değiştirdiği bireyler olarak bir yüce güce yakarma istekleri bu saydığım güç durumlarına göre değişiklik gösterebilir...

--------------

Bugün bu blogda gene ciddi bir yazı yazıp kendimden sıkılmayı başardım cidden.. Hayatım yine bilinmez bir devreye giriyor. İhtiyacım olanları bulamıyorum yerinde, arkadaşlarımı da kaybediyorum. 2 ay boyunca yaz okulundayım ve bunu kendim istedim. Cebimde 3 milyonla gezinmek gibi bir huy edindim bir haftadır. Okula gidiyorum, bulduğum arkadaşlarla biraz takılıp tekrar dönüyorum. 1.5 ytl dolmuş param, gidiş-dönüş için ediyor 3 ytl... Kendini default ayarlarına döndürmek gibi bir şey. Sıfır makyaj sokağa çıkan kokoş kızlar gibi olmaya da benziyor bazen ama olsun.. Hedonistlikle nihilistlik arasında sarkaç gibi salınıyorum. 7. Cadde yüzeyselliğiyle beni büyülüyor. Yok yok, uğradığımdan değil, uğrarsam tunalıya giderim ben yahu :) Milli kütüphanenin orada dolmuş beklerken görüyorum onları. Dolmuş ve otobüsler her zamanki gibi bana ilham vermeye devam ediyor, ama çok yoruluyorum kendime spor bir araba alacak param olsa hiç durmam alırım diye düşünüyorum dolmuş her ani fren yapışında. Sonra diyorum insanlar iyi, sonra diyorum neden karşıma öyleleri çıkmıyor. İkiye bölündüm bir yanım acımayı unuttu diğeri flashbacklerle hiç unutmuyor. Siz hiç aç kaldınız mı? Ben kaldım ve uzunnnn bir aradan sonra o günü hatırladım. Aç kalmak gerçekten kötü bir tecrübe ömür boyunca unutamıyormuş insan.

Hiç yorum yok: