18 Eylül 2007 Salı

essere o non essere..

İnanmak ve kendini kandırmak.. Bugünkü ikilimiz olsunlar. İkisinin arasındaki ince çizgiyi de belirtmeme bile gerek yok sanırsam. Biri soğuk gerçekçilikle anlam kazanıyor diğerinin mayasında romantiklik var. Peki nasıl bağlayayım ben bu ikiliyi? Umutla bağlasak mesela. Kalpten inanıyorsanız -iyi-birşeyin olacağına, "hakkınızda hayırlısının" olacağına; siz buna inanıp aynı zamanda umut besliyorsunuz. Beklentinizin sonucu pozitifse "inanmak" kazanır. Ama sonuç negatifse -ki bu bile bazen kötünün iyisidir- siz bu sefer "kendinizi kandırdınız" epey bir süre boyunca.. Eee peki bunların ikisinde de umut vardı hep! Aralarındaki farkı belirleyen sadece "sonuç" oldu. Bunu kendi kendime -bu şekilde-anlamam şaşırtıcı oldu. Çünkü Adam Philips diyordu ki: "önemli olan sonuç değil süreçtir" Ben de değer veriyordum bu görüşe, onaylıyordum içimden; kafamı sallayarak "hı hı" diye. Şimdi geceleyin, yatmadan yarım saat önce bu görüşümü kendi kendime sarstım ve burdayım. Kendi kendime pis pis sırıttım, ayrık dişlerim tüm sevimliliğini kaybetti. Ama olsun inançlar da sarsılmalı, gerçek olan kolay olana değişilmemeli. Ama karşılaştırmama üçüncü bir alternatif bulabilirseniz ne diyebilirim ki: All bets are off

Laf aramızda, Ankaranın havası pek kasvetli ama normal bir kasvet değil. Yani kış soğuğu, havası, kara bulutlarından öte; insanlara, onların psikolojilerine etkiyen bir kasvet var.

Hiç yorum yok: