29 Eylül 2007 Cumartesi

Malezya

Türkiye Malezya olur mu?

Günlerdir bunu tartışıyorlar gazetelerde, televizyonda, konu sıkıntısı bulamayan kıytırık dergilerde. Bununla ilgili programlar bile yapıyorlar. Şu koskoca dünyanın hangi ülkesinde biri çıkıp da böyle bir iddia ortaya atar ve bu kadar basiretsiz insan böyle bir konuyu sanki rejimin ve hayatlarının ipi başka bir gücün elindeymiş gibi aval aval düşünebilir?

26 Eylül 2007 Çarşamba

ÇİP

Bir icat yapsa Japon bilim adamları. Mesela, şöyle bir çip yapsalar beyne yerleştirilenlerden. Beynine bu çip yerleştirilen insanlar sevmedikleri insanları görmeseler, varlıklarını tümden unutsalar. Veya, çip önceden programlanabilir olsa: İnsanlar sevmedikleri, hoşlarına gitmeyen insan tiplerini ve kişilik özelliklerine sahip insanları dış dünyada göremeseler artık. Onlar için soyutlansa bu kişiler. Dokunsalar arada sırada onlara bilmeden, çarpsalar geçseler ama görmeden.. Tabii, bilseler ve unutmasalar, zihinlerinden ve dünyalarından bile soyutlamaya çalıştıkları bu kişiler hala gerçek dünyada dolaşmakta..

Bunu düşünenler korkak mıdır yoksa yorgun mu? Rüya görmeye mi yoksa kabus görmeye mi yatkındırlar? Bulutlara mı yoksa toprağa mı yakındırlar? Zihinlerini kemiren asıl şeyler sorular mı yoka cevaplar mıdır?

18 Eylül 2007 Salı

essere o non essere..

İnanmak ve kendini kandırmak.. Bugünkü ikilimiz olsunlar. İkisinin arasındaki ince çizgiyi de belirtmeme bile gerek yok sanırsam. Biri soğuk gerçekçilikle anlam kazanıyor diğerinin mayasında romantiklik var. Peki nasıl bağlayayım ben bu ikiliyi? Umutla bağlasak mesela. Kalpten inanıyorsanız -iyi-birşeyin olacağına, "hakkınızda hayırlısının" olacağına; siz buna inanıp aynı zamanda umut besliyorsunuz. Beklentinizin sonucu pozitifse "inanmak" kazanır. Ama sonuç negatifse -ki bu bile bazen kötünün iyisidir- siz bu sefer "kendinizi kandırdınız" epey bir süre boyunca.. Eee peki bunların ikisinde de umut vardı hep! Aralarındaki farkı belirleyen sadece "sonuç" oldu. Bunu kendi kendime -bu şekilde-anlamam şaşırtıcı oldu. Çünkü Adam Philips diyordu ki: "önemli olan sonuç değil süreçtir" Ben de değer veriyordum bu görüşe, onaylıyordum içimden; kafamı sallayarak "hı hı" diye. Şimdi geceleyin, yatmadan yarım saat önce bu görüşümü kendi kendime sarstım ve burdayım. Kendi kendime pis pis sırıttım, ayrık dişlerim tüm sevimliliğini kaybetti. Ama olsun inançlar da sarsılmalı, gerçek olan kolay olana değişilmemeli. Ama karşılaştırmama üçüncü bir alternatif bulabilirseniz ne diyebilirim ki: All bets are off

Laf aramızda, Ankaranın havası pek kasvetli ama normal bir kasvet değil. Yani kış soğuğu, havası, kara bulutlarından öte; insanlara, onların psikolojilerine etkiyen bir kasvet var.

17 Eylül 2007 Pazartesi

Last Exile

Pazar akşamı 10'da yatağa attım kendimi ve uyuyuverdim az bir zaman sonra. 2-3 saat sonra uyanıverdim ki sebebi bence bünyemin erken yatmaya alışık olmamaması. İnanamıyor erken yattığıma ve istemiyor derin uykuya dalmamı ve bir kaç saat sonra uyandırıveriyor kendini..

Sonra bölük pörçük uykular, kabuslar, başağrısı, mide bulantısı. Önce 8.40 dersine gitmeyiveririm dedim. Sonra 10.40 dersine de gerek yok; daha ilk gün dedim. Okula 12.30 da bi ara uğrayıverdim ödünç aldığım birkaç şeyi vermek için, sonra da eve dönüp hayatımdaki en huzurlu uykulardan birini uyuyuverdim. Sanki uyanmak istemedim hiç, çok huzurluydum, çok rahat uyumuştum.

Abim geldi işten sonra sanırım onu işyerinde sıkan birşeyler olmuş, dangıl dungul memurlardan biri abimin servisindekilere şaka yollu takılmış. Güya şaka yollu dedi abim. Ama işte aklı sıra eleştirecek, laf sokacak herif abimlere. Abim de bunlarla uğraşıyoruz işte dedi. Sanırım öyle birşeylerdi. Bense nelrle karşılaşıyorum okulda, nasıl insanlarla uğraşıyorum. Abimle yemekten sonra karşılıklı otururken ben de bugün - ve ilerki günlerde - canımı sıkan ve sıkacak olan bir olayı anlatacaktım.. Anlatmadım. canı daha da sıkılsın istemedim.

Muhalefet veya asilik. İkisi arasında çok ince bir çizgi var. Aynı ananın çocukları olmalılar ki toplum muhalife ve asi olana sempati besler. Belki de içgüdüseldir bu. Çünkü asi olan egolara hitap eder.. Diğerleri de kendilerinde bulamadıkları cesareti onların temsil ettiğini düşünür. Bunu da kıskanmazlar ne gariptir. Yok yok affedin beni. Tabii ki kıskanmaz. Çünkü muhalefet veya asi duygular tehlikelidir. Risklidir. Düşünür toplum: Bunlara sahip olanların yıpranma payı hep vardır. Tehlikeli iştir muhalif olmak ve yanlışı bağırmak. Maazallah başa bişey gelmesi standarttır standart! Niye kıskanayım ki böyle insanları? Desteklerim ama çok taraftarı da varsa. Anlattığı ne kadar önemli olsa da, düzeltmeye çalıştığı şey ne kadar yanlış olsa da temkinli olmalı böylelerinin yanında. O bizden çok bağırsın biz sönük kalmaya razıyız nasılsa.. Ama bir de değiştirdi mi yanlışı ondan kralı yok hepimizin yanında..

Yanlış gördüğünüzü, haksızlık olarak nitelendirdiğinizi değiştirmek için çaba harcamalısınız. Sessiz kalsanız, gücü bulunduranın yanında olmaya devam edip, "katılıyorum" "en güzeli, bravo" "boynumuz kıldan ince" diye diye yanında munis kediler olsanız -bir yere kadar- anlarım sizleri aslında. Çünkü bazılarına bunlar yanlış gelmez, kolay geldiği için yaparlar. Ama güzel olan, yakışan ve doğru olan sesini çıkarmaktır yanlış gidenlere..

14 Eylül 2007 Cuma

6-7 yaşlarındaydım. Eski evlerimizden birinde o zaman bana upuzuuunn gelen annemle babamın odasındaki kütüphanedeyine kitapları karıştırırken gözüme bir kitap ilişti. Biraz okudum. Sonra oturma odasına gidip: Baba! dedim. Kim bu Harun Karadeniz? Solcu, vatansever bir gençti, iyi adamdı gibisinden bir şeyler söyledi. Sesi çok içten geldi bunu söylerken. Ozaman ne solu ne sağı bilirdim doğal olarak... Ama Harun Karadeniz'e içim ısınmıştı. Benim için de iyi bir adamdı artık o. Çünkü, babam öyle söylemişti..

Dün de hırsla lobutları devirirken, bowling salonuna oynadığımız yerin hemen bitişiğine babayla oğul oturdu. Bowling oynamlyorlardı, bir şey de yiyip içmiyorlardı. Benim her atışımda baba oğluna "acaba kaç tane devirecek", "acaba kalanları devirecek mi" diye soruyordu. Küçük, hareketli oğlunu eğlendirecek, dikkatini çekip oyalayacak bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Bunları duyduktan sonra hırsım gitti birden. Benim de babamın bana aynı şeyleri yaptığını hatırladım, o günlere, anılara geri dönüverdim birden.. Yani, kim hüzünlenmez ki!

Şimdi düşünüyorum da.. İnsanlar insanlara değer verebilir. Birbirlerini sevebilir. Onları savunabilir. Sempati duyabilir. Aşık olduğunu söyleyebilir. Kimi zaman hayran olabilir. Bunlar gerçekte, özde, karşılıksız ve çıkarsız olduğu kadar tam tersine yalandan, çıkara bağlı, yapmacık da olabilir. Ama bence, insanlar sadece gerçekten değer verdikleri insanları özleyebilir.