15 Ocak 2007 Pazartesi

La bellezza è negli occhi di chi guarda.

İlk görüşte’si gerçekten var mıdır, sebebi nedir, kimyası nasıldır, niye şiddetlenir nasıl hiddetlenir, nelere bağlı devam eder, mutsuz olanı varsa mutlu olanı da pekala olabilir mi, ömrü ne kadardır, uzatmak mümkün müdür, terk eden mi bırakmıştır aslında yoksa ilgisini kaybeden mi, sevmek mi daha güzeli yoksa sevilmesi mi…

Sorular karmaşık; ama bu cevapların karmaşık olmasını gerektirmez kanımca. Gerçi hayatları bu kadar kuşatan bir konuyu uzun uzadıya, sayfalarca işlemek de nasıl bir uğraşıdır? İnsanlar aşk konusunda kitaplar yazar, şarkılar besteler ve sonu genelde mutlu biten filmler çekerler. Bunları takip edenler de aşkı hayatın içinde doyasıya yaşamak varken, filmlerden ve dinlediklerinden öğrenmeye can atarlar.

Çok büyük adımlarla ve hızlı bir şekilde gelişen bu çağda, insanlar 15 dakikada karşılarındakine tapar hale gelip yine dakikalar içinde onlardan nefret etmeye başlarken ben iddia ediyorum ki ilk görüşte –aslında dakikalar bile değil- karşımızdaki kişiyle duygularımızı mı, sırlarımızı mı yoksa vücut sıvılarımızı mı paylaşacağımıza karar veriyoruz. O insanın sadece bir arkadaşımız mı yoksa hayatımızın yeni merkezi mi olacağını belirliyoruz. Asıl hayatımızın anlamı da işte tam buradan çıkıyor. (anlatım bozukluğu yok, zira “asıl” burada zarf değil; kasten sıfat…)

Kim ne derse desin, aşk karşımızdakini gözümüzde büyütme sanatı, gardını düşürmek bazen… Birbirlerine olduğu kadar ilgilerine de aşıktır insanoğlu. Kendine inanılmaz güveni olanın da tipik eziğin de konuşurken sesini içine kaçıran da, cümlelerine kelime seçme yeteneğini yitirten de o… Harcanan emekler –ilkinden en sonuna kadar- kutsal… Heyecan, korku, tedirginlik? Biraz veya çok, kim bilir? Hem aşık olmaktan korkmak, arabasının çizilmesinden korkan birinin onu dışarıya park etmeyi reddetmesi kadar anlamsız sanıyorum ki. Kalbini sadece kendine saklamak; bilemiyorum mantıklı mı? Zira hayatta ne zaman teslim olacağını bilmenin yanlış bir yanı yok…

************************

Küçük, ufacık bir deneme yazayım dedim kendimce. Sonunda tatile çıkabiliyorum, en güzeli de ne zaman döneceğime karar vermemem. Yolculuk yarın; tatil günleri de inadına az. Dinlenmeyi hak ettiğimi düşünüyorum valla :) Dönemin bütün stresi, asistan egolarının üzerimize tatbiki, bazı hocaların komplekslerini üzerlerimizde parlatması, sabaha karışan geceler, köpek ulumalarına karışan kuş cıvıltıları, yalan olan haftasonları, yıpranan sinirler… tamir olur umarım, İzmir halleder bu işi sanırım.

Hiç yorum yok: