28 Ağustos 2007 Salı

0 Yorum

Yazmak, duygularını başkalarıyla paylaşmak aslında epeyce cesaret isteyen bir olay. Bir dergide yazarsanız şayet, olumlu/olumsuz pek çok eleştirinin gelmesi oldukça doğaldır. Pek çok da riski vardır yazmanın ve yazdıklarını geniş bir kitleye ulaştırmanın.. Yazılarınız akıcıysa, okuyana bir şekilde "perspektif kazandırıyorsa" veya bir şeyler öğretiyorsa hatta okuyanın daha önce yaşadıklarına tercüman olabiliyorsa kuşkusuz yazarının ödülü pohpohlanmak ve takdir edilmek olacaktır. Ama bir şekilde bir yazısı beğenilmezse şaklaban yerine konma riski de vardır. Ben kendimle birlikte tüm yazarları -ki kendimi bir şekilde yazar statüsüne kavuşturuyorum- toplumun soytarılarına benzetirim. Okunursunuz, beğenilir veya beğenilmezsiniz ama size bakış açısı bir yandan da daha değişik bir noktaya kayar. Bir çeşit "eğlendiricisinizdir". Hayatında eline kitap almamış insanlar bile sizi eleştirebilir, bunlara alışmalısınızdır.

İnsanlar her zaman sizden ciddiyet beklerler. Çünkü yazarlar, edebiyata bir şekilde bağlı olanlar ciddi,titiz ve her zaman mantık abidesi olmalıdır!! Genel kanı budur. O yüzden beni hayatında ilk kez gören sonra da yazılarımı okuyan insanlara edebiyatçıdan çok başka bir şey gibi görünürüm.

Blog yazmak ise moral bozucu noktalara gelebilir bazen. Siz yazarsınız, başkaları okur; buna karşı çıktığınız yoktur tabii ki. Bazı yazılarınızı beğendikleri de olabilir, beğenmedikleri ve karşıt görüşte oldukları da çıkabilir. Ben şahsen beni okuyanların olumlu da olsa olumsuz da olsa kendilerinde iz bırakabilen yazılarıma bir şekilde yorum bırakmalarını isterim. Çünkü okumak da yazmak kadar sorumluluk ister. "Şu yazın berbat olmuş çok kötü" de diyene kızmam, "şu yazın benim için önemliydi, bana moral verdi" veya "ilgimi çekti" deyip belkide daha farklı olan görüşlerini belirtmelerine de sevinirim.

Haksız mıyım :)

Hiç yorum yok: