12 Aralık 2006 Salı

Salı

Ve o iyi insan, o yağız atına binip gitti. Ayrılırken ufaklığın kalbine akıttığı gözyaşlarının ılıklığı, o buz gibi memlekette kalbini ısıtacaktı. O ufaklık, bunun gerçekten böyle olacağını bilse, inanın her gün akıtırdı gözyaşlarını geceleri. Sarılıp hiç bırakmamak istedi ayrılırken, gözyaşlarından bitkin düşmeseydi yapardı da…

Bugün gözlerindeki ışık sönmüştü sanki. Kulakları da kelimelere küsmüştü. Bugün gördüğü her şey bulanık; duyduğu her şey de sadece uğultuydu. Hiç olmadık anlarda, ortada sebep bile yokken gözlerinin yaşarmasına alışması lazımdı önündeki aylarda artık. Korkuyordu ama alışması lazımdı. Alışmaktan nefret ediyordu oysa; belirsizliklerden de…

Taban tabana zıt iki karakter ancak bu kadar uyumlu olabilirdi. Bağlılığı kıskandıracak bir bağlılık vardı aralarında. Hoş, O istemese ailesi ufaklığı yapmayacaktı bile. O istemese ufaklık burada bile okuyamayacaktı. Harçlığını bile o verirdi. Onunla her şey güzeldi ve daha anlamlı.
Şimdi ufaklık, kendinden nefret ediyordu. Biliyordu bu çok saçmaydı ama… Ufaklığın her şeyi vardı. İstediği bir şeyi elde etmesi için küçükken ağlaması şimdi ise biraz somurtup bağırıp çağırması yeterdi. Ama “O” öyle değildi. Ufaklığın aksine, zorlukları hep o yaşadı. Sıfırdan, destek görmeden geldi o yerlere. Ufaklık şımartıldıkça şımartılırken, “O” kıskanacağına, ufaklığına hep sahip çıktı. En güzelini istedi onun için, ortalamasını değil. Paylaşmayı bilmeyen küçük çocuğa paylaşmayı öğretti. Hem de çok güzel öğretti. “Ben”’i değil “biz”’i öğretti. Çocuk ondan sonra aklından çıkarmadı. İlkleri “O” yaşattı. Mutluluğun monotonluğunu ikisi yaşadılar hep… Başka kimseye ihtiyaçları yoktu ondan sonra, dışarıdaki kirden izole edilmiş ailelerinde. Sıcacıktı evin içi hep kahkahalarıyla

Gizli gizli harçlıklarından her gün ufaklığa o pahalı kinderleri getirirdi. Yakalandığında azarı ufaklık değil, “O” yerdi. Gizli gizli evin içinde top oynarlardı. Yakalandıklarında azarı yine “O” yerdi. Bir yaz günü limandaki tekneye çıkıp korkudan inemeyince, yardımına yine “O” koştu. Ufaklık için denize düştü. Ufaklık onun varlığına o kadar muhtaçtı ki ve alışmıştı ki, ondan ayrılmak çok koyuyordu şimdi, bu ayrılığı kısaltmak için her şeyini verebileceğini hissetti. Daha dün beraber, sarılıp uyumuşlardı yaşlarına aldırmadan. Şimdi babası bile yanındaydı ufaklığın ama o niye piç gibi ortada kaldığını hissediyordu peki? Şimdi sıcacık evindeydi yine ufaklık, ama ya “O” oralarda ne yapıyordu? “O”nsuz yapacağı her şey yarımdı. Bu 6 ay içinden gülmek gelmiyordu, içinden sinemaya gitmek gelmiyordu, içinden müzik dinlemek gelmiyordu. İçinden gelen tek şey, uyuyup aylar sonra uyanmaktı bu aralar…

Hasret çekmek zor bir şeydi… Yine gözleri bulutlanırken tek umduğu gözyaşlarının ılıklığının “O” nun içini biraz olsun ısıtabilmesiydi; gözyaşlarının yüzünü yakan tuzu ise pekala ufaklığa kalabilirdi….

Hiç yorum yok: